Balık avına büyük bir tutkuyla bağlı insanları, hiçbir doğa olayı kolay kolay yolundan edemez. Çoğu zaman büyük bir sağlık sorunu yaşamayı ya da hayatını bile riske atmayı göze alan bir çok balıkçı tanıdığım var. Bu kadar abartılı olmasa da bu günlerde denize açılmak bir çoğumuz için risk taşır. Kış aylarının yaklaştığı bu günlerde, biz de soğuk havaya aldırmadan; hastalanma riskini hiçe sayarak oltalarımızı alıp gecenin bir yarısı yollara düşüyoruz.
Bir gece önceden hazırlıklarımızı yapıyoruz. Olta takımlarımızı, giysilerimizi, yemleri hazırlıyor; makinelerin bakımını yapıyoruz. Hava soğuk olduğundan sıkıca giyindikten sonra gecenin bir yarısı yola koyuluyoruz. Varış noktası olan Kundu’da toplanıp, denize doğru yola koyuluyoruz. Hava hala karanlık ve soğuk olmasına rağmen, yakalamayı umduğumuz balıkları düşündükçe bu durum bizi pek yıldırmıyor.
Bu arada teknede demlenmiş sıcacık çayı yudumlayarak yol alırken, balıklara sunacağımız açık büfe ziyafetleri de hazırlamayı ihmal etmiyoruz. Yanımıza balıkların en çok tercih ettiği karides ve o kadar olamasa da iğnede uzun süre dayanacağı için tercih ettiğimiz tavuk göğsünden hazırladığımız yemi alıyoruz.
Tavuk yemi nasıl hazırlanır öğrenmek isterseniz, daha önce yayınladığımız yazıya buradan ulaşabilirsiniz.
Nihayet balık avlayacağımız mekana geliyor ve demir atıyoruz. İlk izlenimimiz yine eve elimiz boş döneceğimiz yönünde… Denize saldığımız altı oltadan tek tük mırmır alıyoruz. Ekipte mırıldanmalar başlıyor. Yer mi değiştirsek acaba!!.. Kaptan: Henüz değil, zamanı gelince diye yanıt veriyor. Elbette bir bildiği var diyoruz. Boşuna mı kaptan oldu? Değil mi?
Nihayet kaptanın bize vadettiği mekana hareket ediyoruz ve teknemizi tarama tabir edilen; demir atmadan sürüklenmeye bırakıp, balık avlamaya başlıyoruz.
Balıklar tek tek oltamıza takılmaya başlıyor. Her telden balık birer birer kovaya düşüyor. Bu balıklardan biri de lokum balığı, çok dikkat edilmezse zehirli bir balık olan trakonya ile karıştırılabilir. Lokum balığını kupes, barbun, mercan, izmarit, bolca mırmır ve birkaç farklı balık türü takip ediyor.
Bu arada benim oltama yarım kilo büyüklüğünde bir lagos takılıyor. Tabi biz onu büyümesi için tekrar denize salıyoruz.
Ha bir de beş harfliler var, yani balon balığı, bolca karşımıza çıkıyor ve balık avını bize zehir etmek için tüm imkanlarını kullanıyor. Onlarca iğneyi heba ederek, bize yüklü miktarda maddi ve zaman kaybı bakımından zarar veriyorlar.
Ve nihayet beklediğimiz zaman dilimi geliyor. Öğleden sonra saat 14:00.. Bu saat itibariyle beklentimiz, balıkların daha çok oltaya geleceği yönünde …. Tahmin ettiğimiz gibi denizin dibi canlanıyor ve peş peşe balıkları tekneye çekilmeye başlıyoruz… Balıklar dipte toplanmaya başlayınca, kısa sürede balon balıkları da onlara saldırarak dağıtıyor. Balon balıkları saldırana kadar ne yakalarsak o.. Bu arada olan bizim olta takımlarına oluyor. Bir yandan balon balıklarının zarar verdiği takımlarla uğraşırken, bir yandan da yem derdine düşüyoruz.
Günün olayı ise, hayatında ilk defa balık avına gelen bir arkadaşın bizi şaşkına çevirmesi oldu. Derme çatma olta takımı, emanet malzeme ile günün yarısını teknede boşa harcadıktan sonra, nereden geldiğini anlayamadığımız bir yetenekle balık yakalamaya başlaması…
Bir ara bana ”ben yem takmakla vakit geçirmiyorum, çünkü balıklar yem takmadığım iğnelere de takılıyor” dediğinde gülmüştüm. Dönüm baktığımda ise haklılığı beni hayrete düşürdü. Üçlü takım kullandığı oltasına üç balık birden takılmış, biri yemli iğnede, biri boynundan misinaya dolaşmış , bir diğeri ise sırtındaki yüzgeçten iğneye takılmıştı.
Anlayacağınız acemi şansı diye bir şey varmış. Nihayet aşı tutuyor ve bu arkadaş haftaya geliyor muyuz ? Diye sormaya başlıyor.
Eee ne diyelim ” Akdeniz’de balık şenliği” sürerse biz haftaya da, diğer haftalarda da balıktayız.